J.S Mill - Özgürlük Üzerine
- Rumeysa Uzunoğlu

- 28 Eki
- 8 dakikada okunur
FEL328 - Felsefe Metinleri VI
J.S Mill - Özgürlük Üzerine
ADÜ Sosyoloji Lisans Öğrencisi - Rumeysa Uzunoğlu
Özgürlük Üzerine
Özgürlük kavramı tarih boyunca, sıradan insanlar da dahil olmak üzere, filozoflar, siyasetçiler ve düşünürler tarafından tartışılmıştır. Kimi zaman bireyin hak ve özgürlükleri bakımından, kimi zaman devletin birey üzerindeki hak ve özgürlükleri bakımından incelenir. John Stuart Mill ise, özgürlüğü yalnızca bireysel haklar değil, aynı zamanda toplumun birey üzerinde kullandığı meşru iktidarın sınırlarını belirleyen bir kavram olarak değerlendirir. O özgürlüğü yalnızca siyasi ya da hukuki değil, toplumsal ve ahlaki yönleriyle de ele alır. Bu metinde Mill’in özgürlük anlayışı verilen iki alıntı ışığında tartışılacaktır.
Mill evrenselci bir filozof olarak, insan haklarını ve özgürlük anlayışını sadece bireysel değil, toplumsal düzeyde de geçerli kılmak istemiştir. Bireysel özgürlüklerinin sınırının da zarar ilkesi ile sınırlandırılması gerektiğini savunmuştur. Bu yüzden Mill yalnızca teoride değil pratikte de eyleme geçmiş bir düşünürdür. Mill'e göre özgürlükten kasıt, yönetenin kendisine verilen iktidarı ve egemenliği sınırlandırarak bireyin eylem alanını genişletmektir. Yasa, neyin nasıl yapılacağını belirler ve bu bağlamda “devletin neye müdahale edemeyeceği” ya da “nelerin dokunulmaz ve kutsal olduğu” soruları önem kazanır. Egemenliğin sınırı nerededir? Tartışılması gereken esas mesele budur. Mill’e göre özgürlük, bireyin kendi hayatı üzerinde denetim hakkı olmasıdır. Bu özgürlük tanımı özellikle siyasal ya da medeni özgürlük açısından değerlendirilmelidir; çünkü Mill’in temel meselesi iradi özgürlük değil, toplum ve devlet tarafından birey üzerinde kullanılan meşru iktidarın sınırıdır. O, bireyin özgürlük alanını, toplumun veya devletin müdahale edemeyeceği özel bir alan olarak savunur. Bu alan bireyin yaşam tarzı, düşünce, değerleri inanç ve tercihleridir. Eğer bu alanlar devlet ya da toplum tarafından ihlal edilirse, bireyin insan olarak değeri ve gelişimi engellenmiş olur. Toplumsal özgürlüğün ancak bireylerin özgürlük alanlarına müdahale edilmediği zaman sağlanabileceğini savunur. Devletin ve toplumun gücü, bireylerin özgürlüklerini ihlal etmeyecek şekilde sınırlandırılmalıdır. Onun özgürlük anlayışında, devlet ve yönetim sadece toplumun ortak yararını sağlamak için meşrudur. Özgürlükten kasıt aynı zamanda kamusal alandaki iktidar sınırlarını da içerir. Mill, bireysel özgürlüklerin korunması için toplumsal sözleşmelerin ve anayasal denetimlerin hayati önem taşıdığına inanıyordu. Devletin halkı ezen bir zorba haline gelmesini engellemek için, güçler ayrılığı ve hukuki denetim gibi sistemlerin kurulması gerektiğini vurgular. O bireyi yalnızca devlete karşı değil topluma karşı da korumaya çalışır. Özgürlük toplumun ahlakı, çoğunluğun kendisi ve hatta normlar tarafından da baskılanır. Bu çok boyutlu baskı biçimlerini de göz önüne alarak özgürlüğü etkileyen kültürel ve sosyal baskıları görünür kılar. Bu bağlamda ona göre özgürlük yalnızca bir hak değil herkesçe korunması gereken bir değer içerir. Bireyin özgürlüğü söz konusu olduğunda toplumun genel ahlak anlayışı, ortak inançları ve değer yargıları da tehdit edici olabilir. Yani bir kişinin çoğunluk tarafından yönetilmesi kişinin duygu ve düşüncelerinin bastırılmasına hem iradi hem ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına sebep olabilir. Birey çoğunluğun düşüncesinden farklı bir düşünceye sahipse farklı yaşam biçiminde yaşaması engellenebilir. Mill için özgürlük yalnızca yasalar önünde değil, birey nerede olursa olsun nefes alabileceği alanını muhafaza etmektir. Temel zarar ilkesine göre bireyin davranışları ancak başkasına zarar verdiği zaman sınırlandırılabilir. Birey kendi hayatını kendi istediği biçimde yaşayabilme özgürlüğüne sahip olmalıdır ancak başka bir kişinin hak ve özgürlüklerini ihlal ettiği zaman devlet eliyle müdahale edilebilir. Özgürlüğün sınırı başkalarının özgürlüğünün sınırındadır. Yani bireyin özgürlüğü, diğer bireylerin haklarına zarar vermeyecek şekilde korunmalıdır. Zarar ilkesinin dışında birey iradesi ile kendine zarar verse bile müdahale edilemez. Yani birey hem devletten hem diğerlerinden korunur. Mill, “Devlet yöneticilerinin diktatörlüğüne karşı korunma yeterli değildir. Egemen düşünce ve duygunun diktasına karşı da korunma gereklidir,” diyerek, sadece siyasal iktidara karşı değil, toplumsal normlara karşı da bireyi koruma altına almak gerektiğini savunur (Mill, 2021, s10). Egemen düşünce yani çoğunluğun benimsediği ve kabul ettiği, düşünce, değer ve inançlar zamanla bir dogmaya “tek doğruya” dönüşebilir. Bu durum çoğunluğun içine dahil olmak istemeyen, çoğunluktan farklı olan kişiler üzerinde baskı kurulmasına ve dışlanmasına sebep olur. Örneğin bizimki gibi toplumlarda çoğunluğun ortak kanaatinden farklı dini, ahlaki ve siyasi görüşe sahip olmak, farklı giyim/saç tarzına, bedensel bütünlüğe sahip olmak bile kabul görmez, sistematik olarak dışlanır. Devletin ya da toplumun bireye karşı zorlayıcı gücünün sınırsız olması durumunda “çoğunluğun zorbalığı” gibi yeni bir tehlike ortaya çıkar. Mill bu noktada “toplumun da bir zorba olabileceğini” vurgular ve çoğunluğun değer yargılarının azınlık üzerindeki baskısını tehlikeli bulur. Mill en çok da bu tür baskıya karşı özgürlüğü savunur. Ona göre sırf çoğunluğun hoşuna gitmediği için bir kişinin susturulması, baskılanması, dışlanması özgürlüğün en büyük ihlalidir ve bir zorbalık türüdür. Ayrıca çoğunluğun desteklemesi bir şeyin haklı ya da doğru olduğu anlamına da gelmez. Ona göre toplumun onaylamadığı görüşlerin de ifade edilmesi gerekli ve işlevlidir. Çünkü karşıtlık gelişmeyi beraberinde getirir. Bu bağlamda yanlış düşünceler bile, doğru düşüncelerin gelişmesi için iyi bir karşıtlık sağlar.
Mill, demokrasinin başlı başlıca kendisini sorgulamakla beraber, demokrasinin özgürlüğü getirip getiremeyeceğini, güvence altına alıp alamayacağını sorgular. Ona göre “elinde yetki bulunduran insanlar ile o yetkinin kullanıldığı insanlar her zaman aynı kişiler olamazlar” (Mill, 2021, s.9). Bu demokratik görünen sistemlerin de yönetici-yönetilen ayrımına dahil olduğunu ifade eder. Mill’in özgürlük anlayışı bu noktada klasik liberal anlayıştan uzaklaşır. Çünkü ona göre sorun liberal anlayıştaki gibi sadece merkezi otoriteden kaynaklanmaz. Ona göre demokrasi kendi içinde yüksek çelişkiler barındırır. Demokrasi herkesçe “halkın kendi kendini yönetmesi” olarak bilinse de bu gerçekliği barındırmaz çünkü yönetici-yönetilen ayrımı daima vardır. “Halkın iradesi” olarak adlandırılan yapı aslında “çoğunluğun” iradesidir. Demokrasi herkesin eşit katılımı sonucu alınan kararlar gibi görünse de, çoğunluğun ya da egemen gücü ile kendisini çoğunluk olarak kabul ettiren kesimin kararlarıdır. Böylece “halkın iradesi” bireylerin iradesini baskılar. Mill’in "nüfus ve aktivite olarak zengin olan kısmın, yani çoğunluğun ya da kendini çoğunluk olarak kabul ettirmiş olanların iradesi" ifadesi bu durumu açıkça ortaya koyar (Mill, 2021, s. 9). Mill’in hassasiyetinin sebebi azınlıklara verdiği değerden gelir. Çünkü ona göre azınlıkların görüşleri de en az çoğunluğun görüşleri kadar önemlidir. Ona göre devletin ne şekilde yöneteceği, halkın nasıl yönetileceği, özgürlük de sayısal çoğunluğa göre şekillenemez ve şekillendirilmemelidir. Mill’e göre bireysel özgürlük, insanın doğuştan gelen bir hakkı olmanın ötesinde, onun insanlaşma sürecinin temelidir. İnsan, ancak özgürlük ortamında düşünme, sorgulama, gelişme ve kendini gerçekleştirme fırsatı bulur. Bu nedenle özgürlük, sadece dışsal bir hak değil, aynı zamanda bireyin ahlaki ve entelektüel gelişiminin ön koşuludur. Onun özgürlük anlayışı yalnızca bireylerin hak ve özgürlükleri bakımından mutluluğunu ve refahını değil, toplumun gelişmesini de hedefler. Farklı yaşam biçimlerinin varlığı, inanç ve düşünce çeşitliliği, eleştiri ve fikir beyan etme hakkı toplumun ilerlemesi için vazgeçilmez bir gerekliliktir. Eğer devlet veya toplum farklılıkları susturur ya da marjinalleştirirse, ilerleyemez ve kendini yenileyemez. Bu anlamda özgürlük toplumun yararınadır ve bir lüks değil zorunluluktur. Onun düşüncelerinde birey pasif bir varlık değil, düşünen, sorgulayan, eleştiren ve çoğunluğa ters düşme potansiyeli olan aktif bir öznedir. Bu ters düşme hali de toplumun kendi “doğruluğunu” test etmesi için bir fırsat olarak görülmelidir.
Mill’e Eleştirel Bir Bakış
John Stuart Mill’in bireysel özgürlüğü kutsayan yaklaşımı, modern demokrasilerin temellerinden biri hâline gelmiştir. Ancak bu yaklaşım hem teorik hem pratik düzeyde eleştirilebilir. İlk olarak, Mill’in bireysel özgürlüğe tanıdığı geniş alanın, toplumun ortak değerlerini ve toplumsal sorumluluk anlayışını zayıflatabileceği iddia edilmiştir. Özellikle toplumsal eşitsizliklerin ve yapısal baskıların göz ardı edildiği durumlarda, bireye “özgürlük” sunmak, aslında yalnızca ayrıcalıklı grupların lehine işler hâle gelebilir. Bir diğer eleştiri, Mill’in “zarar ilkesi”nin uygulamada muğlak olmasıdır. Mill’e göre bir bireyin özgürlüğü ancak başkalarına zarar verdiğinde sınırlanabilir demiştik. Ancak “zarar” nedir? Psikolojik zarar, fiziksel zarar, duygusal zarar kültürel baskı gibi daha soyut biçimler bu tanımın neresine düşer? Mill’in zarar ilkesinin sınırlarını yeterince netleştirmemesi, bu ilkenin keyfi biçimde uygulanmasına ya da yeterince kapsayıcı olmamasına neden olabilir. Ayrıca Mill’in özgürlük anlayışı, bireyi çoğu zaman soyut ve yalnız bir özne gibi ele alır. Oysa bireyler, toplumsal, tarihsel ve kültürel bağlamlar içinde var olurlar. Kimi eleştirmenler, bu durumun bireyin karar verme kapasitesini etkilediğini ve bireysel seçimlerin her zaman "özgür irade"yle yapılmadığını vurgular. Örneğin yoksulluk, patriyarka ya da eğitim eşitsizliği gibi faktörler bireyin tercihlerini biçimlendirir; Mill bu yapısal eşitsizlikleri çoğu zaman görmezden gelir.
İdeal Devlet: Kendi Devletimi Kuracak Olsam
Siyasal düşünce tarihinde ideal yönetim biçimi sorusu kadar karmaşık ve çok katmanlı başka bir soru bulmak zordur. Bu soruya verilecek yanıt, yalnızca bir yönetim şekli belirtmekten ibaret değildir; aynı zamanda birey, toplum, devlet ve özgürlük kavramlarının nasıl tanımlandığıyla doğrudan ilişkilidir.
Bana kalırsa ideal bir yönetim biçimi mümkün değildir çünkü bunun için ideal bir toplum olması gerekir. Aslında Mill de bunu şöyle ifade eder “Mutlak yıkılmazlık diye bir şey aradığımız yok, insan hayatının amaçlarına yetecek güvenceler arıyoruz.” (Mill, 2021, s. 29) Dolayısıyla siyasal düşünce tarihindeki bu karmaşık soruya verilecek en doğru cevap ya da mükemmel bir cevap yoktur. Ancak varsayalım ki birey olarak bir devleti kurma ve şekillendirme gücüne sahibim. Bu durumda oluşturulacak sistemde öncelikli olarak temel haklar tanımlanmalı ve güvence altına alınmalıdır. Bu haklar; yaşam hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü, din ve inanç özgürlüğü, eğitim ve sağlık gibi temel sosyal haklar, cinsiyet eşitliği, cinsel yönelim ve azınlık haklarını kapsamalıdır. Mill’in “zarar ilkesi” burada yön gösterici olabilir. Bu yaklaşım, devletin birey üzerindeki baskısını minimize ederken, toplum içinde şiddet, nefret söylemi veya ayrımcılıkla mücadele etmeyi de mümkün kılar. Özgürlükler bireyin özerkliğini koruyacak şekilde düzenlenmeli, ancak kamu yararı ve toplumsal barış ile çatıştığında dengelenmelidir. Çoğunluğun iradesi demokrasinin bir parçasıdır; fakat çoğunluk, azınlığın temel haklarını sınırlayacak kararlar alamamalıdır. Bu bağlamda, azınlık haklarının korunması ve çok yönlülüğün güvence altına alınması gerekir. Soruya “en doğru cevap” şeklinde yaklaşmak gerekirse, ideal yönetim biçimi mutlak bir sistem olmaktan çok, sürekli denetlenen, eleştirilen ve gelişen esnek bir yapıdır. Devlet yalnızca yönetenlerin değil, yurttaşların da sürekli katkısıyla biçimlenen bir organizmadır. Bu nedenle yönetim, hem siyasal hem de toplumsal düzeyde çoğulculuğa açık olmalıdır. Bireyin özgürlüğünü savunmak, aynı zamanda onun sorumluluklarını da tanımak anlamına gelir. Bu çerçevede en ideal yönetim şekli, özgürlükçü ama sorumluluk temelli, eşitlikçi ama çoğulcu, şeffaf ama güçlü kurumlara dayanan bir sistem olabilir. Burada önemli olan yalnızca biçimsel demokrasi değil, aynı zamanda demokratik ve adil bir kültürün toplumsal düzeyde içselleştirilmiş olmasıdır.
Bireyin özgürlüğünü sınırlandıran devlet müdahaleleri, özellikle de bu müdahaleler bireyin “iyiliği” adı altında yapıldığında, liberal düşünce açısından son derece tartışmalıdır. Mill, bireyin kendi iradesine rağmen bir davranışa mecbur bırakılmasını, bu davranışın bireyin gelişimine katkı sağlayacağı düşünülse bile özgürlük ihlali olarak değerlendirir. Bu çerçevede, devletin eğitim hakkı başta olmak üzere herhangi bir hakkı zorunluluğa dönüştürmesi de eleştiriye açıktır. Kişisel deneyimim üzerinden örnek verecek olursam, geçmişte devlet tarafından eğitim sistemine dahil olmadığım gerekçesiyle dava edilmem, bu tartışmanın pratikteki yansımalarını görmeme neden olmuştur. O dönemde, bireysel koşullarım, iradem ve karar verme yetim tamamen göz ardı edilmiş, kamu yararı adı altında kişisel özgürlüğüm askıya alınmıştır. Mill’in özgürlük anlayışı açısından bakıldığında, bu durum, devletin meşruiyet sınırlarını aşarak bireyin alanına müdahale etmesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, iyi niyetle bile olsa bireyin rızası ve isteği olmaksızın yapılan yönlendirmeler, özünde bir tür zorlamadır ve özgürlüğün özünü ihlal eder. Kişisel deneyimim, devlet-birey ilişkisini değerlendirirken teorik çerçevelerin yanı sıra bireysel yaşantıların da göz önünde bulundurulması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Bu tartışmaların toplumsal yansımaları günümüzde de izlenebilir. Örneğin COVID-19 pandemisi döneminde Beyaz Saray, liberal haklara dayanarak sokağa çıkma yasağı uygulayamayacağını açıklamıştır. Devlet, bireyin sokağa çıkmasını engelleyemez. Aynı şekilde bireysel silahlanma hakkı da bu özgürlük anlayışıyla ilişkilidir. Her birey, kendisini ve özel sahasını koruma hakkına sahiptir. Bu nedenle Amerika’da bireysel silahlanma hiçbir zaman tam anlamıyla engellenememiştir. Eğer devlet bireysel sahayı denetlemeye cüret eder ve halkın aleyhine davranırsa, bu hakka dayanarak halk tepki gösterir.
Mill’in düşüncelerini teknoloji bağlamında da değerlendirmek gerekirse, bugünün dijital çağında çok çeşitli baskı biçimleri ortaya çıkmıştır. Onun “çoğunluğun tiranlığı” dediği yapı günümüzde sosyal medya aracılığıyla da kendini göstermiştir. Linç kültürü, popüler kültür, herkesi peşinden sürükleyen akım ve trendler yeni bir "çoğunluğun tiranlığı” oluşturmuştur. Bu örnekler onun savunduğu özgürlüğün yalnızca kendi çağında değil günümüzde de geçerliliğini koruduğunu göstermektedir.
Sonuç
Sonuç olarak John Stuart Mill’in felsefesinde mesele iradi özgürlük değil, medeni ya da toplumsal özgürlüktür. Esas tartışma, toplum tarafından birey üzerinde meşru bir şekilde kullanılan iktidarın sınırları ve bu sınırların nasıl belirleneceğidir. Bu özgürlük, bireyin üzerinde toplumun ya da siyasi otoritenin meşru olarak kullanabileceği güç ve müdahale sınırlarının belirlenmesiyle ilgilidir. Mill’in özgürlük anlayışı, yalnızca hukuki ya da siyasi bir mesele değil, toplumsal ilişkiler içinde sürekli tartışılması gereken bir olgudur. Onun zarar ilkesi, ifade özgürlüğü savunucusu ve çoğunluğun tiranlığına karşı uyarıları, bugün hâlâ bireylerin yaşam alanını genişletmek adına önemli tartışma başlıklarıdır. Verilen iki alıntı, Mill’in bu meselelerde neden bu kadar dikkatli ve uyarıcı bir dil kullandığını anlamak açısından oldukça değerlidir. Demokrasi, çoğu zaman özgürlükle eş anlamlı gibi görülse de Mill bize hatırlatır ki özgürlüğe başkalarının iradesine maruz kalmadığı sürece her bireyin yalnızca kendi kendisini yönetmesiyle yaklaşılabilir. İnsanların yaşamını değerli kılan her şey, başkalarının yaşam alanını sınırlama pahasına olamaz. Sınır, özgürlüğün vazgeçilmez koşuludur. Kendi hakikatimiz, başkasının hakikatini değerlendirme hakkını ortadan kaldırmaz. Her bireyin birey oluşunu anlamlı kılan şey, farkındalığı ve farklılığıdır. Kişi, toplumun taşıyıcısı olmak zorunda değildir; aksine kendi başına biricik olarak var olmalı ve kendini gerçekleştirme imkanına sahip olmalıdır. Bu bağlamda bana göre toplum, yalnızca pragmatik bir iş birliği zeminidir. Ancak birey kendi değerlerinin peşinden gitmek istediğinde, toplumdan tam anlamıyla soyutlanmak neredeyse imkânsızdır. Bu sebeple bireyin kendini gerçekleştirmesi için mevcut toplumsal yaşam formlarıyla mücadele etmesi veya yeni bir toplum düzeni kurması gerekir.
Kaynakça
Mill, J. S. (2021). Özgürlük Üzerine (Çev. Tuncay Türk). Roman Yayınları.
Kadem Vakfı. (2025, Mart n.t.). John Stuart Mill – Özgürlük Üzerine. KADEM Vakfı. Erişim tarihi: 8 Haziran 2025, https://www.kademvakfi.org/meydan/yazilar/john-stuart-mill---ozgurluk-uzerine-84







Yorumlar